Süreç Olmaya İzin Vermek
Başlangıçlara cesaret edebildiğimde vardığım yerden ziyade yolda olmaktan keyif aldığımı deneyimledim. Nereye varacağımı düşünmeden yol aldığımda daha huzurlu ve keyifli hissettiğimi, sonuca değil kendime güvendiğimde daha sağlıklı ilerlediğimi gözlemledim. Bir şeyler olmayı değil sevdiğim şeyleri yapmayı seçtim. Bir hedef ile yola çıktığımda, o yolun içinde başka başka yolların da olduğunu ve bazı patikaların gökkuşağı manzaralı yollara çıktığını; diğer yolları da deneyimlemeye hakkım olduğunu, hedeflerimin şekillenebileceğini, yolun içinde karşılaştıklarımın etkisiyle yeni hayaller kurabileceğimi, bazılarından vazgeçebileceğimi, hayatın mucizelerle dolu olduğunu, bazen çıktığım bir yoldan dönmek durumunda kalabileceğimi, o yoldan dönsem de gittiğim kadarının bir ihtiyacıma temas ettiğini ve döndüğüm yolların da bana hediyeler sunabileceğini, bazı yolların uçurum kenarında olduğunu ve daha dikkatli yürümem gerektiğini, bazı yolların taşlarından dolayı düşebileceğimi, düştüğümde yardım isteyebileceğimi, desteğin ya içimden ya da dışarıdan bir şekilde mutlaka geleceğini, alabilmenin ve verebilmenin değerini, içimdeki umut ve aşkın en önemli dostlarım olduğunu, bazen sadece durabileceğimi, durduğumda baktığım ve gördüğüm şeylerin farklılaşabileceğini, durmanın da ilerlemenin bir parçası olduğunu, melodimi en iyi durduğum anlarda duyabileceğimi, kendi melodimi duyduğumda diğer melodilere de eşlik edebileceğimi, hayatımdaki en önemli anahtarın sevgi olduğunu öğrendim; bu anahtarlık da öğrendiklerimin sembolü olarak bana hediye edildi. Anahtarımızı bulduğumuz ve anahtarımızın bize en değerli kapıları açmamıza aracı olduğu nice güzel günlere… Yoluna inanmak ve inandığın yollarda yürüyebilmek en büyük özgürlük.
Bulma Yolunda Kaybetmek
”İnsan organlardan değil, duygu ve düşüncelerden yapılmıştır. Harflerden değil şiirden dokunmuştur. Kendisini anlamaya en yakın hissettiği yer, kendisini kaybetmeyi göze aldığı yerdir. Kök salmak sadece yerleşik olmak değil, dünyayı büyülü bir yumak olarak görebilmekten geçer” Oktay Şılar. Bana dokunan yazıları defterime yazmayı, sonra da istediğimde rastgele açıp okumayı çok seviyorum. Üzerinden yıllar da geçse yazarken hissettiğim duyguları tekrar deneyimlemek, değişim ve dönüşümü görebilmek, görebilmek için alan tanımak, bakma ve görme cesaretini göstermek; geçmiş deneyimlerden yola çıkarak şu anı değerlendirirken geleceğe küçük notlar bırakmak iyi geliyor. Bu yazıda kendimizi anlamaya en yakın olduğumuz yer ile kendimizi kaybetmeyi göze aldığımız yerin aynı olduğunu ifade eden cümlelerle psikoterapi süreci üzerine düşündüm. Terapi odasını hem terapist hem de danışan koltuğunda deneyimleyen biri olarak fark ediyorum: Deneyimleyen, deneyimlere anlamlar yükleyen ve değerini belirleyen, her deneyimde yeni bir anlam keşfeden benim. Psikoterapi süreci ile tüm dayatılanlardan, üzerime atılanlardan ya da benim giydiklerimden uzaklaşma yoluna adım atıyorum, kendi yoluma. Bu süreçte fazlalıklar gidiyor, gidenlerin yası tutuluyor, eksiklikler fark ediliyor, ihtiyaçlar görülüyor ve sağlıklı bir şekilde karşılayabilmek için kollar sıvanıyor, sorumluluk alınıyor, seçme ve seçmeme özgürlüğü üzerine çalışılıyor. Bir yandan kendimi bulmaya çalışırken bir yandan kaybettiklerimin yasını tutarak büyüyorum. Yani bir yandan kaybederken bir yandan özüme yaklaşıyorum.
Bitişler ve Başlangıçlar
15 ay süren bakımveren olma yolcuğumun sonuna geldim. Her gün bebek kokusuyla yeniden doğduğum, kıtaları birbirine bağlayan marmarayın varlığına her binişimde şükrettiğim, her sabah marmaraydan yukarı doğru çıkan merdivenlerde gözlerimi kapatıp tenimde hissettiğim rüzgarla dinçleştiğim ve balık tutan insanların yanına giderek denizi seyrederken hayallere daldığım; günde 10 bin adım atabildiğim ve sahil ziyafeti yapabildiğim, evim kadar rahat hissedebildiğim bir alanda çalışıyor olmaktan mutluluk duyduğum, bakımveren olmayı deneyimlerken bir yandan kendime de bakmayı öğrendiğim, her zaman dilimde olan özşefkat kelimesini bir insan yavrusunun gelişimine eşlik ederken idrak ettiğim; anne bebek ilişkisi, anne baba çocuk ilişkisi, anne olmak, baba olmak, çocuk olmak üzerine bolca düşündüğüm 15 ay… Bir insan yavrusu ile ilgilenirken kendim ile ilgilenmeyi öğrendim. Yemek ve uyku saatleri gibi fiziksel sağlığına özen göstermenin yanında bebeğin duygusal, sosyal, ince ve kaba motor gelişimini destekleyecek şekilde hareket ettim. Kendi duygularıma, düşüncelerimi ifade ediş biçimime, sosyal ortamlardaki iletişimime de özen göstermeye gayret ettim. Çünkü 0-2 yaş döneminde yani preödipal dönemde insan yavrusu; bakımverenlerinin duygularını hissediyor, davranışlarından öğreniyor. Örneğin karnı acıkıyor, ağlıyor. Burada ihtiyacının nasıl karşılandığı; karnının kaygı, yetersizlik, sıkılmışlık duyguları ile ya da sakin bir şekilde doyurulmasının dahi yetişkinlik döneminde etkileri olabiliyor.
Zaten sıcacık anne karnından dünyaya gelmiş olmak travmatik bir deneyim oluyor insan yavrusu için. Çünkü anne karnı güvenli bir limandı, kordon sayesinde karnı doyuyor, tuvalete ihtiyaç duymuyordu. Şimdiyse dünyada ve burada nelerle karşılaşacak, ihtiyaçları nasıl karşılanacak; şimdi ve burada, dünyada bakımverenleri ona nasıl eşlik edecek? Burada bakımverenin, bebeğin ihtiyaçlarını güven ve sevgi duyguları ile birlikte karşılayabilmesi çok önemli. Bebek yalnızca ağlayarak kendisini ifade edebiliyor, bakımverenin bebek ile birlikte kaygılanmak yerine sakin ve kapsayıcı bir tutum ile bebeği görebilmesi, duyabilmesi, anlamaya gayret edebilmesi çok önemli. Bu süreçte elimden geldiğince lisansta öğrendiğim bilgilerimle deneyimlerimi harmanlamaya çalıştım ve hayatımın en güzel 15 ayını yaşadım.
Sevgili Zeynom, ilk başladığımda nasıl kucağıma alacağıma dahi kaygılanırken şimdi her sabah beni kapıda karşılayışın, abla diye boynuma sarılışın, kendini kendince ifade etmeye çalışmaların, henüz tam anlamıyla konuşmasan da bir şeyi istemediğin zaman mutlaka karşı koyuşun ve kararlılığın, kerelerce düşsen de tekrar ayağa kalkıp kaydırağından bebeklerinle birlikte kayma çabaların, yürüyüşlerimizde elimi istediğin zaman tutup istemediğin zaman bırakman ve tehlikeli olabileceğini anladığında bebek arabasından tutarak benimle birlikte sürüşün, parkta gördüğün her çocuğa sevgiyle yaklaşarak oynadığın her anki mutluluğun, tüm duygularını ifade ediş biçimin; her hareketinde insan yavrusunun gelişimininin mucizeviliğine hayranlıkla tanıklık ettim.
3 aylıktan 18 aylığa kadar birlikte geçirdiğimiz 15 ay içinde sana gördüğün, birlikte deneyimlediğimiz her şeyi anlayabileceğin şekilde ifade ettim, en komik ve değerli anlarını anlattığım bir günlük yazdım. 20’li yaşlarına geldiğinde sana hediye edeceğim. İyi ki doğdun, iyi ki varsın ve iyi ki sana bakımveren olarak ben eşlik ettim. Annen ve babana da bana olan güvenleri için teşekkür ediyorum. Şimdi her sabah ben gelmeyeceğim çünkü ben mesleğim ile ilgili başka bir yolculuğa çıkıyorum ve sen de okula başlıyorsun. Her bitiş yeni başlangıçlara gebe, bazı kayıplar olacak ve bu kayıplar sayesinde yeni yolları deneyimleyeceğiz. Büyümene eşlik ederken ben de seninle büyüdüm. İçimdeki çocuğun ihtiyaçlarını fark ederek kendi terapi sürecimde çok yol kat ettim. Her insanın öncelikle kendine ebeveynlik yapabilmesini çok önemsiyorum. En büyük dileğim, özellikle anne ve baba olmayı dileyen herkesin önce içindeki çocuğu görmesi, yaralarını iyileştirmeye gayret etmesi ve ona sağlıklı ebeveynlik yapmayı öğrendikten sonra anne ve baba olma kararını alması. Çünkü ancak kendi çocukluğu ile ilişki kurabilen insanlar, çocukların- çocuklarının duygularını ve ihtiyaçlarını görebilirler.
Yollar ve Raylar
Bir arkadaşım sohbet ederken “hiçbir şey mi yolunda ve rayında gitmez” dedi. Ben de üzerine düşündüm.. Maddi olarak kazancımı elde etmemin ve bununla birlikte manevi doyum hissetmemin aracı olan işime ulaşmamı raylara borçluyum. 40 dakikada kıta değiştirerek sahil havası, sesi ve kokusu almamı sağlıyor. Bu raylar benim için bir seçenek, zorunluluk değil. Gideceğim yere varmamın bir yolu. Gideceğim yere varmamın başka yolları olduğunu da biliyorum. Yalnız bu seçtiğim raylar ile daha konforlu bir şekilde ulaşıyorum varacağım yere. Diğer yolların bazılarını denedim ancak bu rayın konforunu sevdiğim ve dış dünyadan da buna yönelik duyum aldığım için her yolu da denemedim açıkçası. Yollar ve raylar vardır ve bizim bir yerlere gitmemize aracılık eder. Bazen raylar bozulur, yoldan çıkmış veya çıkarılmış hissederiz; raylar sağlam olduğu halde ya şimdi bozulur da varacağım yere gidemezsem korkuları sarabilir dört bir yanımızı. Ya varacağım yere gidemezsem… Sağlam olan raylar ya şimdi bozulursa… Sonsuz olasılık cümleleri ve hiçbir felaket, felaket senaryosu kadar sarsıcı olmuyor. Ya şimdi bozulursa diyerek raylara atfettiğimiz güvensizlik, aslında kendi içimizdeki güvensizliğin bir dışa vurumu olabilir. Belki de gerçekten varmak istemiyoruzdur o yere.
Bozuk olan raylar değil, bozuk olan biz de değiliz ancak varıştan ziyade yolu nasıl gittiğimiz de oldukça öğretici ve anlamlı çünkü çıktığımız yolda raylarımız da yolumuz da değişebilir, varış noktamızı değiştirebiliriz; esas olan yoldayken ihtiyaçlarımız neler? Bu yola nasıl girdik, seçtik mi bizim için mi seçildi? Varmak bizim için ne anlam ifade ediyor? Yolda olduğumuz süre boyunca raylara karşı güvensizliğimiz ve bu yolu değersizleştiriyor oluşumuz ile; ne olursa olsun varmamızda aracı olduğu için rayların hakkını biraz yiyor olabilir miyiz? Yine de raylar bozulabilir, ihtimallerden biri bu ancak illa bir suçlu veya sorumlu bulmak yükümlülüğünde miyiz? Raylar bozulabilir, başka bir raya geçiş yapılabilir ve bunu deneyimlediğimizde ileride bozuk rayla karşılaştığımızda yolumuzu nasıl şekillendirebileceğimizi öğreniriz. Yollar değişebilir, o yol bir süreliğine kapalı olabilir, biz o yolu değiştirmek durumunda kalabiliriz; daha sağlam raylarda ve yollarda olalım, başka seçeneklerin var olduğunu da bilelim, tadalım, deneyelim, deneyimleyelim diye. Aynı zamanda biz o yollara kendi rengimizi katarak süreci gönlümüzce dönüştürebiliriz. Bir şeyin başka yollarının da olduğunu bilmek rahatlatıcı olabilir. İstediğimiz yere kök salıp istediğimiz yere uçabileceğimizi bilmenin verdiği rahatlık gibi…
Bir Fincan Çay Yalnızca Bir Fincan Çay Değildir
Bir fincan çay; sıcacık, hayal ederken bile içimi ısıtıyor. Bazen dostlarla, bazen kendimle, bazen de hiç tanımadığım biriyle farklı masalarda otururken dahi bir bağ oluşturuyor. Sevmeyenlerin sevmeme sebebini merak ediyorum. Onlar ne tercih ediyor acaba? Mesela yemyeşil ormanda, dağın tepesindeki küçük kulübede, kar yağarken pencerenin başında içmeye en çok çay yakışır gibi geliyor. Zevkler ve renkler tartışılmaz diyor içimden başka bir ses. Filtre kahve, sahlep, bildiğim ve bilmediğim bir sürü içecek. Her biri ayrı sıcaklık, ayrı tat, ayrı renk, hissettirdiği duygular da farklı. İnsanlar gibi aslında. Hatta insanlar ve canlılar. Evrendeki her şeyin farklı bir özü, var oluşu, işlevi var. Hatta cansızların bile işlevi var. Farklı özler bir araya gelip evrenin özüne katkı sağlıyor. Üstelik bunun için bir çaba harcamalarına, hırsa, hasete gerek de yok. Sadece var oldukları haliyle iyi ki varlar. Ben niye çay tercih etmezler de başka şey tercih ediyorlar derken sınırlandırıyor, diğerlerini ötekileştiriyor hatta bir dayatma da yapıyor olabilir miyim? Bir çaydan buralara geleceğimi düşünmezdim. Yine akışta bambaşka farklı kapılar açılıyor, farklı dünyaların rengarenk birlikteliği dünyaya hatta evrene hizmet ediyor gibi geliyor. Çayın sıcaklığı, kazağın hissettirdiği sıcaklık, elimi tutan insanda hissettiğim sıcaklık. Her biri bir duyguya temas ediyor. Aitlik hissi, belki yakınlık… Yalnız sıcaklığın da bir ayarı var, fazla olunca yakıyor. O insan elimi çok sıkı tutunca canım yanıyor belki ya da uzun süre el ele kalınca terliyoruz. Çay çok sıcak olunca içemiyoruz. Yani hem sıcaklık hem de sıcaklığın hangi mesafeden hissedildiği önemli. Yakmayan, bunaltmayan bununla birlikte içimi ısıtan, gönlümü ferahlatan sıcaklık. Her şey hep böyle ayarında kararında olsa nasıl olurdu acaba? Ama canımız yanmadan da sıcaklığın hangi yanının iyi geldiğini anlayabilir miydik?
İyi Kötü Çatışması
Bazen insanlar yaşadıkları kötü olaylarda, suçlayacak bir sorumlu arayışına giriyor ve bu arayışta olan biri öfkesini kusacağı sorumluyu mutlaka buluyor. Suçlayacak birini bulamayan da hayatı suçluyor. Hayat bize seveceğimiz ve yaşamaktan hoşlanmayacağımız olaylar sunabilir. Yaşam boyunca hep iyi olaylarla karşılaşmak ya da hep kötü olaylara maruz kalmak diye bir durum söz konusu değildir. Bu gerçekliğe aykırıdır. Gerçeklik; hayatta zaman zaman iyi hissedeceğimiz; mutlu, coşkulu anlar yaşadığımız gibi zaman zaman üzüleceğimiz, hayal kırıklığına uğrayacağımız, hayrete düşeceğimiz olayların da yaşanacağıdır. Fakat neyin hangi sırayla yaşanacağı belirsizlikten ibarettir. Yaşamının sorumluluğunu alan kişiler; bu belirsizlikle barışmış, yaşantısında ne derece kendisinin ne derece diğerlerinin payının olduğunu fark edebilen, suçlu veya sorumlu aramak yerine çözüme odaklanabilen, geçmişin hesabını sormak yerine kendi yetişkin benliği ile içindeki kırılganlığa sarılabilen, kendi çocukluğuna ebeveynlik yapabilen kişilerdir. Eğer tüm yaşadıklarımızın sorumlusu veya suçlusu hayat ise; bize yetenekler, fırsatlar sunabileceği gibi karşımıza hoşlanmayacağımız durumları da çıkarabilir. O halde seveceklerimizi sunduğunda iyi olan hayatı, sevmeyeceklerimizi sunduğunda son derece kötülemek ne derece gerçekçi olacaktır? Bize iyiliği dokunmuş birini sevmeye devam ederken bir kötülük gördüğümüzde tüm iyi zamanları yok sayarak yalnızca maruz kaldığımız kötü duruma sarılmak, hangi ihtiyacımızın karşılığıdır? Bir hayat, bir insan, bir durum; bütünüyle kötü veya bütünüyle iyi olabilir mi? Bu konular üzerine düşünmek gerektiği kanaatindeyim. Yaşananlar geride kalıyor. Dünün acısıyla birlikte kendini var edebilenler bugün diledikleri gibi yaşamak noktasında daha sağlıklı bir yerde olabiliyor. Şu anda elindekilerinin kıymetini bilerek yaşamak da bir seçim; hala geçmişten şikayetlenerek, bir suçlu arayarak öfke ve hasetle yaşamak da.
Uğradığımız haksızlık karşısında öfkemizi dile getirerek bu doğrultuda bir karar vermek ve sınırlarımızı koruyarak mesafe koymak da bir seçim; duygularımızı bastırarak farkında olmadan yaptığımız manipülasyonlarla aynı döngülerin içinde bir çıkış yolu bulamamak da. Kişinin yalnızca sıkıntılı olduğu bir durumda başvurduğu yardım arayışı değildir Psikoterapi. Psikoterapi ile öncelikle kendimizi, kendi duygularımızı keşfederek, hayattaki seçimlerimizin farkına vararak; bir başkasını veya kendimizi maruz bıraktığımız manipülasyonlarımızı anlayarak kendi yaralarımızı sarmak için çıktığımız yolculuktur da aynı zamanda. Bu yolculuk kimi zaman huzurlu ve güvende hissederek ilerleyeceğimiz bir süreç iken kimi zaman da acı hissettiğimiz ve bu acıyla birlikte yol alabileceğimiz bir süreç olur. Aynı hayat gibi; kimi zaman farkındalıkları seveceğimiz bir yolla kazanırız, kimi zaman canımız yana yana o yolun içinden geçeriz; kimi zaman da canımız yol bittikten sonra yanar, acıyı olaylar durulduktan sonra hissetmeye başlarız. Psikoterapi yolculuğunda terapistinizle kuracağınız terapötik yani güven ve samimiyet içeren ilişki sayesinde hayatta deneyimlerken çok daha zorlanacağınız durumları, daha sağlıklı bir noktada yaşayabilmeniz mümkün.
Yollar ve Seçimler
Bazen her yer aydınlığa rağmen karanlık görünebilir, bazen de gerçekten karanlığın içinde olabiliriz. Sırtımızı dayadığımız taşı biraz ittirsek oradan ışık içeri girecektir belki de, ama o an bunu fark edemeyebiliriz ya da ittirecek gücü kendimizde bulamayabiliriz. Yürüdüğümüz yol tümseklerle doluyken önümüzü göremediğimiz için korkabiliriz, karanlıktan dolayı kaplumbağa sürüsünü tümseklerle dolu bir yol da sanabiliriz. Belki bir yerlerde başka yollar da vardır; yemyeşil ağaçlarla kaplı kuş sesleriyle cıvıl cıvıl bir orman, sürekli yağmur yağan ve yağmurdan sonra gökkuşağı çıkan bir yol, deniz manzaralı bir sahil ya da mağaralarla kaplı yürürken size yarasaların eşlik ettiği bir yol. Bilmediğimiz bir sürü yollar… Ancak biz karanlıktan dolayı ilerlemekten kaygılanabiliriz ve bir miktar kaygı iyidir. Hayatta kalabilmek için önlem almamızı sağlar, yalnız bu kaygı adım atmamıza engel olacak düzeydeyse ve kendimizi sabote ediyorsak olduğumuz yerde kalırız. Sadece karanlığa odaklanmak, bu karanlıkta kalmaktan başka çaremizin olmadığını düşünmek ve orada durdukça buna inanmak, diğer tüm yollardan habersiz şekilde bir noktada sıkışmak. Ya da o an sadece bir tarafa dönüp bir yolu görerek direkt oraya girmek, o yola karanlıktan kurtaran olarak tutunmak. Oysa bilmediğimiz, o an fark edemediğimiz başka yollar da vardı.
Psikoterapistiniz bu noktada hayat yolculuğunuzda, karanlık yolunuzu aydınlatacak olan ışığı keşfetmenizde size eşlik eder. Size yol değil yollar gösterir. Seçim yine size aittir, yalnızca görmekte ve ilerlemekte zorlandığınız noktalarda samimi ve objektif bir şekilde yanınızda durur. Bazen de ilerlemek değil yalnızca orada durmak, bana ne oluyor? diye bir bakmak ihtiyacınız olabilir. İhtiyaçlarımızı fark edip karşılamak için çabaladıkça özne oluruz. Kendimizi diğerlerinin duygularına ve dayatılanlara bıraktığımızda ise nesne pozisyonunda kalırız. Özne konumunda kendi hayatımızın kahramanı olarak hayatta var olabilmek dileği ile…
Özgürlük
Kıyıya yakın olmayı istemek ya da kıyıdan dilediğince uzaklaşabilmek..
Uzaklaştığında geriye dönebileceğinin rahatlığını hissetmek ya da yolculuğu nasıl geri döneceğini düşünerek geçirmek…
Yalnızca varacağın yere odaklanmak ya da yol boyunca karşılaştığın güzellikleri izlemek… Yeniyi deneyimleyerek keşfetmeye izin vermek ya da yalnızca bir yere odaklanarak bakmak ile görmek arasındaki farkı görmezden gelmek…
Aniden çıkan fırtına karşısında kaygılanıp çaresiz hissetmek ya da elbet dineceğini bilerek zarar görmeyeceğin bir yere geçerek beklemek..
Fırtınadan dolayı yolculuğa çıktığın için kendini suçlamak, tüm zamanını fırtınanın dinmesi için neler yapabileceğini düşünerek geçirmek ya da bu fırtına ile ben ne yapabilirim üzerine düşünmek… Örnekleri yaşamda karşılaştığımız, maruz kaldığımız ya da yaşamayı seçtiğimiz durumlar ile çoğaltabiliriz. Her insan biriciktir ve yaşananlara karşı verilen tepkiler kişiye göre değişkenlik gösterir.
Yaşamda kontrol edebileceğimiz ve kontrol edemeyeceğimiz durumlarla karşılaşırız. Neyi nasıl kontrol edebileceğimizi ve kontrol edemediklerimizle nasıl başa çıkabileceğimizi bilmek yaşam kalitemizi artırır.
Dalgasız denizde yolculuk yaparken rahat hissederiz.
Önemli olan deniz dalgalı olduğunda nasıl idare ettiğimiz ve kiminle açılmayı seçeceğimiz…
Yaşamımız sınırlı ve seçimlerimiz ile şekilleniyor. Seçimlerimizin sorumluluğu ise bize ait.
Özgürüz ve özgürlüğümüzü sınırsızlıkla karıştırabiliyoruz bazen.
Acaba özgürlük bir sınırsızlık mı yoksa
belirli zamanda arzu ettiğimizi yapmak veya yapmamak mı?
İlham Mantarı
Toprağın altında yetişen ve olgunlaştığında toplanacağından habersiz olan mantar; sıkışmış ve ezilmiş hissediyor, etrafına baktığında tanıdık kimseyi göremiyordu. Yalnızlık ve çaresizlikle baş etmeye çalışırken tek umudu yukarı baktığında gökyüzünü görebilmekti. Bir süre sonra bu duruma alışmaya başladı, kabullenmişti. Bulunduğu yere göre farklıydı, üstelik nasıl oluyorsa gün geçtikçe büyüyor ve bulunduğu yer ona dar geliyordu. Büyüdükçe toprağın onu ittirmesiyle rahatsızlığı artmıştı. Ne yaşadığına o da anlam verememişti. Günlerini sızlanarak geçiriyor, onu saran topraktan iğreniyordu. Bir sabah uyandı ve ona doğru uzanan bir el ile karşılaştı. Ürkmüştü. Tiksindiği toprağa sığınmak istedi; belirsiz bir yabancı ile karşılaşmaktansa rahatsız edici fakat tanıdık olana sarılmak istedi. Bu mümkün değildi; bunca zaman onu sıkan toprak, gitmesine engel olmadı. Çaresiz bir şekilde kendisini bıraktı. Fark etti ki yabancı, onun kabuğundan çıkmasını sağladı; artık özgürdü. Bunca zaman onu saran toprak ise büyümesi ve gelişmesi için yolculuğunda ona eşlik edendi.
Yaşam da böyledir; en zor olduğunu düşündüğümüz zamanlarda dahi yeniden doğacağımız, yeşereceğimiz, gökyüzüne daha yakından bakabileceğimiz zamanlar bizi bekler. Bazen dışarıdan bir el ile bazen kendi isteğimizle bazen ise bulunduğumuz koşullar sayesinde değişim ve dönüşümler yaşarız. Karşılaştığımız zorluklar, bizi sıkan durumlara karşı ben olabilmek için verdiğimiz mücadele ve bu mücadeleyi verirken sahip olduğumuz umut ile inanç değişim ve dönüşümlerin vazgeçilmezidir.
Olanı kabul ederek ana odaklanmak böyle zamanlarda iyi bir destek oluyor. Gün geliyor seni bunaltan toprak, ileride büyümene yardımcı olduğu ve özgürleşmeni sağladığı için teşekkür ettiğine dönüşüyor.